Türkler ve Toharlar Arasındaki Münasebetler / Dr. Lilia Yu. Tuguşeva
Türkler
ve Toharlar Arasındaki Münasebetler / Dr. Lilia Yu. Tuguşeva
Toharlar
hakkında kaynaklarda yer alan bilgiler yeterli derecede ele alınıp
incelenmiştir. Toharlara ait ilk bilgiler eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde
bulunmaktadır. Bu tarihçilerin verdiği bilgilere göre Toharların büyük bir
kısmı eski dönemlerde Amu Derya nehrinin güney tarafında yaşamaktaydı ve bundan
dolayı bu bölge daha sonraları Toharistan adını almıştır. Kaynaklarda ayrıca bu
halkın Orta Asya'nın başka bölgeleriyle Tartun nehri havzasında da yerleşmiş
olduğu ifade edilmektedir. Araştırmacılara göre Toharlar Orta Asya'ya Uzak
Batı'dan gelmiş Hint Ari kabilelerine mensuptur.1
M.Ö. II. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren Toharların yaşadığı araziler M.Ö. 128'den M.S. IV. yüzyılın ortasına kadar Kuşan Devleti'nin sınırları içinde kalmıştı. Hükümdar Kanişka zamanında (278-301) en parlak dönemini yaşayan bu devletin arazisi Amu Derya'dan Camua'ya kadar Umman denizinden Tarım havzasına kadar uzanıyordu.
Kuşan Devletinin içinde çeşitli halklar ve kabileler bulunuyordu.
Ancak kaynakların verdiği bilgiye göre Kuşan Devletinde Toharların önemli bir ağırlığı vardı. Bu yüzden Kuşan toprakları sonraları "Toharların eski yerleri"2 diye anılmaya başlamıştır.
M.Ö. II. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren Toharların yaşadığı araziler M.Ö. 128'den M.S. IV. yüzyılın ortasına kadar Kuşan Devleti'nin sınırları içinde kalmıştı. Hükümdar Kanişka zamanında (278-301) en parlak dönemini yaşayan bu devletin arazisi Amu Derya'dan Camua'ya kadar Umman denizinden Tarım havzasına kadar uzanıyordu.
Kuşan Devletinin içinde çeşitli halklar ve kabileler bulunuyordu.
Ancak kaynakların verdiği bilgiye göre Kuşan Devletinde Toharların önemli bir ağırlığı vardı. Bu yüzden Kuşan toprakları sonraları "Toharların eski yerleri"2 diye anılmaya başlamıştır.
Kuşan
teriminin etimolojisi şimdiye kadar açıklanamamıştır.
Hanşu'ya (Han hanedanının tarihi) göre Kuşan Devleti'nin meydana gelmesinde M.Ö. II. yüzyılın başlarında Hunlar tarafından Yüeçilerin batıya sürülmesi önemli bir etken olmuştur.
Batı istikametine giden Yüeçiler Saka kabilelerini püskürterek eski Baktriya bölgesini işgal etmişlerdir.
Kuşan Devleti beş Yüeçi kabilesinin birinden oluşmuş ve devlet bu hanedanın adını almıştır.
Kuşan hanedanı M.Ö. 2. yüzyıldan M.S. 350 yılına kadar hüküm sürmüştür. Kuşan Devleti'nin ortaya çıkışı Orta Asya, Pakistan, Afganistan ve Hindistan gibi ülkelerin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Araştırmacılara göre Kuşanlar "Büyük Kuşan Medeniyeti"ni vücuda getirmişlerdir. Bu medeniyetin başarıları uzun zaman Avrasya kıtasının bazı ülkelerinin gelişimine kaynaklık etmiştir. Kuşan medeniyetinin yeteri ölçüde ele alınıp incelenmediği de kaydedilmektedir.3 Bilindiği gibi miladi 3. yüzyılın ortasında Kuşan Hükümdarı Vasudeva Sasanilere mağlup olmuştu.
4. yüzyılda Kuşanların yerine Eftalitlerin ve Akhunların gelişi bazı araştırıcılar tarafından Gandhara denen medeniyetin sonu olarak tavsif edilmiştir.
Kuşan Devleti'nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan durumu farklı değerlendirenler de vardı. Mesela A. Dani ve F. Khan bu konu ile ilgili olarak şunları kaydeder:
Hanşu'ya (Han hanedanının tarihi) göre Kuşan Devleti'nin meydana gelmesinde M.Ö. II. yüzyılın başlarında Hunlar tarafından Yüeçilerin batıya sürülmesi önemli bir etken olmuştur.
Batı istikametine giden Yüeçiler Saka kabilelerini püskürterek eski Baktriya bölgesini işgal etmişlerdir.
Kuşan Devleti beş Yüeçi kabilesinin birinden oluşmuş ve devlet bu hanedanın adını almıştır.
Kuşan hanedanı M.Ö. 2. yüzyıldan M.S. 350 yılına kadar hüküm sürmüştür. Kuşan Devleti'nin ortaya çıkışı Orta Asya, Pakistan, Afganistan ve Hindistan gibi ülkelerin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Araştırmacılara göre Kuşanlar "Büyük Kuşan Medeniyeti"ni vücuda getirmişlerdir. Bu medeniyetin başarıları uzun zaman Avrasya kıtasının bazı ülkelerinin gelişimine kaynaklık etmiştir. Kuşan medeniyetinin yeteri ölçüde ele alınıp incelenmediği de kaydedilmektedir.3 Bilindiği gibi miladi 3. yüzyılın ortasında Kuşan Hükümdarı Vasudeva Sasanilere mağlup olmuştu.
4. yüzyılda Kuşanların yerine Eftalitlerin ve Akhunların gelişi bazı araştırıcılar tarafından Gandhara denen medeniyetin sonu olarak tavsif edilmiştir.
Kuşan Devleti'nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan durumu farklı değerlendirenler de vardı. Mesela A. Dani ve F. Khan bu konu ile ilgili olarak şunları kaydeder:
Vasudeva'dan
sonraki Sasani müdahalesi Kuşanların sonunu getirmedi. Sadece imparatorluk
küçüldü. Bölgedeki siyasî ilişkilerde bir değişiklik oldu. Ama Kuşan medeniyeti
devam etti. Sasani işgali ile temel özellikler ortadan kalkmadı. İşgalin
tahribat yaptığını ama bir medeniyeti sona erdirmediğini öğrenmek önemlidir. Kuşanlar rollerini sürdürdüler
ve 5. yüzyılda miraslarını Hunlara devrettiler.
Sir John Marshall'ın tezine dayanan Avrupalı bilginler genellikle Hun işgalini "Gandhara Medeniyeti"nin sonunu getiren bir olay olarak kabul ederler. Fakat eldeki malzeme daha yakından incelendiğinde bu varsayımın doğru olmadığı görülür. Kuşanların imparatorluğu değil fakat kültürü ve onlara ait "Şahi" unvanıyla tevhid edilen medeniyet Birunî zamanına kadar devam etti.4
Sir John Marshall'ın tezine dayanan Avrupalı bilginler genellikle Hun işgalini "Gandhara Medeniyeti"nin sonunu getiren bir olay olarak kabul ederler. Fakat eldeki malzeme daha yakından incelendiğinde bu varsayımın doğru olmadığı görülür. Kuşanların imparatorluğu değil fakat kültürü ve onlara ait "Şahi" unvanıyla tevhid edilen medeniyet Birunî zamanına kadar devam etti.4
Kuşanlar
Dönemi'nde Çin, Hindistan, Orta Asya ve Batı ülkeleri arasında yapılan ticaret
gelişmiştir. Kuşanlar standart altın sikkeleri tedavüle çıkarmışlardır.
Kuşanların yıkılmasından sonra da bu sikkeler uzun zaman piyasalarda
kullanılmıştır.5 Bu durum bize daha önceki ticari ilişkilerin korunduğunu
göstermektedir. Bu gibi veriler Hunların gelişi ile Kuşan medeniyetinin sona
ermediğini de açıkça gösterir. 565'te Kuşan ülkesini Göktürklerin ele geçirmesinden sonra da eski
durumun korunmasını Biruni'nin kendi zamanına kadar Kuşan hanedanının mevcut olduğu fikrinde oluşu da6 ispat
etmektedir.
Kuşan
Devleti'nin büyük bir kısmını teşkil eden Tohar ve başka Hint-Ari kabileler
Kuşan Devleti yıkıldıktan sonra da önce oturdukları yerlerde kalmışlardı.
Bu devletin eski arazilerinde meskûn olan halklar hakkında nispeten detaylı malûmatlar Hsüen-tsang'ın Si-yu-ki adlı eserinde ve biyografisinde yer alır. Hsüen-tsang'ın biyografisinde belirtildiğne göre o bu bölgeye arkadaşlarıyla birlikte Demirkapıyı geçerek gelmişti. Tharlar yeri diye adlandırılan bu ülkenin sınırları Hsüen-tsang tarafından tam olarak tespit edilmiştir. Ona göre bu ülke kuzeyden güneye 10007 li, doğudan batıya 3000 li'lik bir sahayı kapsıyordu. Ülkenin sınırları doğuda Tsungling (Pamir-Tiyenşan) dağlarına, batıda Persler ülkesi sınırlarına, güneyde Büyük karlı dağlara (Hindikuş'a) ve kuzeyde Demirkapı'ya kadar uzanıyordu. Hsüen-tsang'ın seyahatı zamanında bu ülke birbirinden bağımsız ve her biri araçsız olarak Türklerin hükmü altında bulunan 27 beyliğe bölünmüştü (Records I, ss. 37-38). Bu konfederasyona dahil olan bölgeler arasında Hsüen-tsang şunların adını anıyor: Tirmiz, Çaganian, Harm, Kulab, Kabadian, Vaxş, Hotlon, Talukan, Kumidha (bugünkü Ruşan), Şignan, Kunduz Termistat, Host, Andarab, Baglan, Samangan, Hulm, Belh, Penç ve başkaları. Hsüen-tsang'ın bildirdiğine göre bu ülkenin halklarının dili "başka ülkelerin halklarının dilinden farklıdır.... Yazılarındaki esas harflerin sayısı-25.... Yazılı eserleri gitgide çoğalır ve Su-li (Sogd) halkının edebiyatından daha fazla olmuştur.. Sikkelerinin biçimi başka ülkelerin sikkelerinden farklıdır" (Records I, s. 38).
Bu devletin eski arazilerinde meskûn olan halklar hakkında nispeten detaylı malûmatlar Hsüen-tsang'ın Si-yu-ki adlı eserinde ve biyografisinde yer alır. Hsüen-tsang'ın biyografisinde belirtildiğne göre o bu bölgeye arkadaşlarıyla birlikte Demirkapıyı geçerek gelmişti. Tharlar yeri diye adlandırılan bu ülkenin sınırları Hsüen-tsang tarafından tam olarak tespit edilmiştir. Ona göre bu ülke kuzeyden güneye 10007 li, doğudan batıya 3000 li'lik bir sahayı kapsıyordu. Ülkenin sınırları doğuda Tsungling (Pamir-Tiyenşan) dağlarına, batıda Persler ülkesi sınırlarına, güneyde Büyük karlı dağlara (Hindikuş'a) ve kuzeyde Demirkapı'ya kadar uzanıyordu. Hsüen-tsang'ın seyahatı zamanında bu ülke birbirinden bağımsız ve her biri araçsız olarak Türklerin hükmü altında bulunan 27 beyliğe bölünmüştü (Records I, ss. 37-38). Bu konfederasyona dahil olan bölgeler arasında Hsüen-tsang şunların adını anıyor: Tirmiz, Çaganian, Harm, Kulab, Kabadian, Vaxş, Hotlon, Talukan, Kumidha (bugünkü Ruşan), Şignan, Kunduz Termistat, Host, Andarab, Baglan, Samangan, Hulm, Belh, Penç ve başkaları. Hsüen-tsang'ın bildirdiğine göre bu ülkenin halklarının dili "başka ülkelerin halklarının dilinden farklıdır.... Yazılarındaki esas harflerin sayısı-25.... Yazılı eserleri gitgide çoğalır ve Su-li (Sogd) halkının edebiyatından daha fazla olmuştur.. Sikkelerinin biçimi başka ülkelerin sikkelerinden farklıdır" (Records I, s. 38).
Bu gözlemlerden anlaşılmaktadır ki,
"Toharlar ülkesi" denen yerler ayrı bir kültür ve ticari mıntıka
teşkil eder ve bu yerler Türklerin emri altında bulunarak yazı, edebiyat, para
ve başka semboller bakımından komşu ülkelerden, ezcümle Sogdlardan, ayırt
edilirdi.
Bu
Türklerin yönetiminde bulunan "Toharlar ülkesinde" Hsüen-tsang'ın
yukarıda iktibas edilen sözlerine göre kültür ve edebiyat entansif şekilde
gelişirdi. Vaziyete göre bu
kültürün ve edebiyatın özel Göktürk kültürünün ve edebiyatının gelişmesine
tesir etmesi mukadderdi.
Budist
eserlerin Türkçeye ilk tercümelerinin VI. yüzyılda, Göktürklerin Kuşanların
yerine geldiği zaman yapılması bir tesadüf değildi. Kaynaklara göre
Göktürk Kağanlığı'nın kurucusu Bumin Kağan'ın ikinci oğlu Muhan Kağan'ın
(553-572) emri üzerine Türk diline Nirvana-sutra tercüme edilmişti.8
Bu vaka
kağanlığın doğu bölgelerine aittir, fakat kaynakların delillerine göre, Budist misyonerler Kuşan
Devleti'nden milâdîn birinci yüzyıllarından başlayarak Uzak Doğu'ya
sokulurlardı ve bazen Göktürk kağanlarının karargâhlarını ziyaret ederlerdi.
Malûmdur
ki VI. yüzyılda aslen Kapisadan olan Jinagupta adındaki Budist rahibi (528-605)
Türk Kağanı Taspar'ın (572-581) karargâhında on sene kalmıştı.9 Kapisa Beyliği
Kuşan Devleti'nin arazisindeki meşhur bir Budist merkezi olmuş ve buradaki
manastırlarda altı bin kadar rahip görev almıştır (Records I, s. 55). Orta
zamanlara ait Türkçe metinlerin muhafaza edilmiş parçalarında Budizm'i Türkler arasında yayma
işinde Toharların aracı olması üzerinde deliller az değildir. Bunların biri
Budist eserlerin Türkçe tercümelerinin kolophonlarında bulunan onların Tohar
dilinden tercüme edilmeleri hakkındaki ifadelerdir.
Meselâ,
Vaibh#|ika okuluna ait Maitreyasamiti eserinin tercümesinin kolophonunda böyle
denmiş: Alqu şasatar-larıgh ötkürmiş tü(p) ker[miş] vaybaş şastr boşghunmış
arya2intri bodisvt kşi a2ari enetkek tilintin toxrı [tilin2e] yaratmış prtn (a)
rakşit karmavaî-ik [toxrı] tilintin Türk [tilin2e] evi[rmiş] "Bütün
|#straları temellerine kadar kavramış (hend.) Vaibh#|ika |#stra'yı öğrenmiş
mürşit (hend.) bodhisattva Aryacandra hint dilinden Tohar diline çevirmiş ve
Tohar dilinden Türk diline Prajnarak|ita Krmavaîikiyi tercüme etmiş Maytrısimit
sNtra'da...".10 Tohar dilinden tercüme edilişi hakkındaki bildiri
Daüakarmapath#vad#nam#l# eserinin kolophonunda da bulunur: Toxrı tilintin
şilaz-in praştinki yangırtı Türk2e evirmiş (Tohar dilinden Türk diline tekrar
Şilaz-in Praştinki tercüme etmiş).11 Bilindiği gibi bu tercümeler nispeten son
zamanlarda, tahminen X-XII. yüzyıllarda yapılmıştır,12 fakat bazı verilere göre
Budist eserlerinin Tohar
dilinden Türkçeye tercümeleri uzun zaman boyunca, Göktürklerin eski Kuşan
Devleti'nin yerlerine geldiği zamandan başlayarak anılan vakte kadar
yapılabildiği tespit edilir. G. J. Pinault makalesinde Doğu Türkistan'da
bulunan Türkçe Budist metinlerdeki kelime takımlarının çoğunun Tohar dilinden
alınmış kalklar olduğu ve bunların doğru tefsirinin Tohar dilindeki
arşetipleriları esasında yapılabildiğini açıkça göstermiştir.13 Almanya'da
neşredilen Maytrisimitin Türkçe versiyonuna konulan önsözde bu eserin Toharca
ve Türkçe tercümeleri hakkında ayrı iki fiilin (yaratmış ve evirmiş)
kullanılmasına dikkat çekilmiştir. Müelliflerin fikrine göre bu fark bir Hint
metninin Tohar bilginleri tarafından serbest şekilde tercüme edilmesinden
kaynaklanmaktadır14 ve sonuçta Toharca metinlerin nispî özgünlüğünü gösterir. Orta Çağ'ın başlarına ait olan Türk
metinlerinde kullanılan aslen Hintçe dört yüze yakın kelimeleri inceleyen Prof.
M. Shhgaito bu kelimelerin büyük kısmının Tohar dili aracılığıyla Türk diline
girdiğini göstermiştir ve umumen "Uygur Budizmi'nin ilk zamanlarında Tohar
Budizmi ile sıkı temasta bulunduğu" hükmüne varmıştır.15
Moğol
Devri'nden önceki Doğu Türkistan kültürünün oluşmasına Kuşan (Tohar) kültürünün
tesir ettiği fikrini G. Yamazaki de kabul ediyor. Onun fikrine göre:
"Hotan'da Budizm Kuzeybatı Hindistan'daki Kuşan hakimiyetinin pekişme ve
genişlemesine tekabül eden 2. ve 3. yüzyıllarda yerleşmiştir. Kuşan hanedanının
siyasî genişlemesiyle birlikte Kuzeybatı Hindistan'ın kültürü de Orta Asya'ya
aktı. Bu kültürel etki büyük ihtimalle 2. yüzyılın ortaları ve 3. yüzyılın
başlarında Kanişka ve halefleri zamanında zirveye ulaştı. O dönemde Pamir'i
geçen misyonerlik etkileri sadece Çin'e kadar Budizm'e doğu yolunu açmadı. Aynı
zamanda başta Hotan olmak üzere Doğu Türkistan bölgelerinde Budizm'i
yerleştirdi."16
Göktürk
Kağanlığı'nın batı bölgelerinin hükümdarları kendilerini Kuşanların halefi
saydıklarını onların yabgu (jabghu) unvanını almaları bu
görüşü tasdik ediyor.
Kaynaklardaki verilere göre bu unvan önce Kuşan hükümdarlarının unvanıydı.
Kuşan Hükümdarı Kucula Kadfiz (278-301) zamanında bastırılan sikkelerde onun unvanı yavuga (yavugasa, kuüanayavugasa) şeklinde belirtilir.17
Batı Türk hükümdarlarının bu unvanı kullandığı Çin kaynaklarında Türk kağanlığının en ilk devrinden başlayarak kaydedilmiştir.
Bu unvanı Batı Göktürk Kağanlığı'nın kurucusu İstemi Kağan taşımıştır.18
Bu unvanın kagan unvanı ile nispeti karmaşıktır; 629'de Batı Türk Kağanlığı hükümdarının Suyab'daki karargâhını ziyaret eden Hsüen-tsang, hükümdara bu iki unvanı yabgu kagan (Çin transkripsiyonunda Shehu Khan) şeklinde beraber hamleder.19 Bu takımda yabgu (shehu) kelimesi kagan kelimesinin manasını açıklayan bir eleman olabilir. Orhon yazıtlarının verilerine göre yabgu unvanı kağanlığın batı "kanadı" (bölümü) olan tarduş hükümdarlarına verilmiştir. Demek ki yabgu Kagan takımı "batı bölümünün kağanı" anlamında olmalıdır.
Kaynaklardaki verilere göre bu unvan önce Kuşan hükümdarlarının unvanıydı.
Kuşan Hükümdarı Kucula Kadfiz (278-301) zamanında bastırılan sikkelerde onun unvanı yavuga (yavugasa, kuüanayavugasa) şeklinde belirtilir.17
Batı Türk hükümdarlarının bu unvanı kullandığı Çin kaynaklarında Türk kağanlığının en ilk devrinden başlayarak kaydedilmiştir.
Bu unvanı Batı Göktürk Kağanlığı'nın kurucusu İstemi Kağan taşımıştır.18
Bu unvanın kagan unvanı ile nispeti karmaşıktır; 629'de Batı Türk Kağanlığı hükümdarının Suyab'daki karargâhını ziyaret eden Hsüen-tsang, hükümdara bu iki unvanı yabgu kagan (Çin transkripsiyonunda Shehu Khan) şeklinde beraber hamleder.19 Bu takımda yabgu (shehu) kelimesi kagan kelimesinin manasını açıklayan bir eleman olabilir. Orhon yazıtlarının verilerine göre yabgu unvanı kağanlığın batı "kanadı" (bölümü) olan tarduş hükümdarlarına verilmiştir. Demek ki yabgu Kagan takımı "batı bölümünün kağanı" anlamında olmalıdır.
Orhon
yazıtlarında yabgu terimine altı kere rastlanır ve bu olaylar kelimenin
manasını yeterli derecede doğru tâyin etmeye imkan verir. Bağlam sayesinde
terimin semantik belirtilerinin açıkça görüldüğü bazı cümleler şunlardır:
1. töl
(i) s t (a) rduş bod (u) n (ı) g (a) nta etmis y (a) bgug { (a) d (ı) g (a) nta
b (>) rmis (Tölis Tarduş kavimlerini orada tanzim etmiş [onlara] yabgu ve
şad vermiş) (BK D 14);
2. q (a)
g (a) nın yabgu [sı] n ş (a) dın (a) nta ölürt (i) m >l (i) n (a) nda (a) lt
(ı) m (onların kağanını, yabgusunı, şadını o zaman öldürdüm, ülkesini o zaman
aldım) (BK D 28);
3. t (a)
y bilge tut (u) q (ı) g y (a) bgu (a) t (a) dı (Tay Bilge Tutuk'a yabgu
unvanını verdi) (Şine Usu K 11-12);
4. (>)
ki ogl (ı) ma y (a) bgu ş (a) d (a) t b>rt (i) m t (a) rd (u) ş töl (i) s
bod (u) nqa b>rt (i) m (iki oğluma yabğu ve şad unvanını verdim, tarduş ve
tölis kavminin üzerine verdim) (Şine Usu D 7).
Gösterilen
örneklerdeki özelliklerine göre yabgu ve şad unvanları rütbe tarafından eşit
zatlara hem de kağanın kendi neslinden en yakın akrabalarına (bu örneklerde oğullarına)
verilirdi. Yukarıda dendiği gibi, yabgu unvanı kağanlığın batı bölümünün
(kanadının) hükümdarına verilirdi.
Hsüen-tsang'ın
notlarında o Toharistan'a ait olan Huoh (şimdiki Kunduz) vilâyetini ziyaret
ettiğini ve oranın hükümdarı olan Türk kağanının torunu ile görüştüğünü
belirtir. Bu hadiseyi tasvir eden Hsüen-tsang Toharistan'ın hükümdarının Kağan
torunu olması sebebiyle kendisine yabgu demektedir.20 Eserin Uygur versiyonunda
bu cümle mana vurgulaması bakımından biraz değiştirilmiş şekilde verilir: Toxrî
yavgu[sT] -mn tip: öz ât'öz-in ag[T] tu söz-lâdi (Toharların yabgusıyım diyerek
kendisini methediyordu) (Hts V 52, 6-8). Buna göre Türk kağanlıkları zamanında
Kuşan hükümdarlarının otoriteleri daha kaybedilmemiş ve kağanlığın batı
kısmının hükümdarlarının kendilerini onların halefi saydığı tahmin edilebilir.
Arkeolojik
bulgulara göre Kuşan Devleti'nin büyük bir kısmını teşkil eden Toharlar Sarmat
tipi kültüre mensuptu.21
Kuşanlar
ise antropolojik özelliklerine göre Eftalitlere yakın Andronov tipi kültüre
mensuptu22 ve bu bakımdan Toharlardan başka kavimlere ait olmaları
mümkündü.
Araştırmalara
göre Kuşanların yerine gelen egemen gruplar (Eftalitlar, Hunlar, Göktürkler)
mülhak halklar için istikrarlı bir durum temin etmeleriyle hakimiyetlerini
saklayabilirdi.
Türk
kağanlıkları devrindeki vaziyet hakkında L. N. Gumilyev şunları yazıyor: "Batıda biz büsbütün başka
durumu görürüz.
Orada Türkütler mutlak azınlıkta idiler.
İstemi-Kağan kendisi ile ne kadar asker
getirmiş ise de, bunlar fethedilen yerlerde denizde bir damla gibi idi ve yerli
halklar arasında iz bırakmadan dağılıp gidecek durumdaydılar.
Fakat gerçekte üçüncü bir şey oldu: Yedi
Su, Çu vâdilerinin, aşağı İdil ve Kuban, yukarı İrtiş ve İşim havalilerinin
göçebe halkları Aşina hanedanına açık bağlılık gösterdiler.
Tarım ve Amu Derya havzalarındaki yerleşik
halklar ve hatta Hindikuş ve Kafkas yamaçlarındaki dağlılar da aynı şekilde
davrandılar...
İtiraf
edelim ki İstemi ve Kara Çurin Türk yalnız başbuğ (strateg) değil, fakat mümtaz
bir yönetmendiler. Fâtih olarak geldiği ülkelerde bunlar bir modus vivendi
teşkil ettiler ve önceleri dağınık, ufak savaşlarda daima zayıflanmış kabileler
barış içinde yaşamanın tadını tadarak göçebe ekonomilerinin gelişmesine imkan
buldular.23
Bilindiği
gibi Orta Asya'da esas olarak Budizm'inVaibh#|ika okulu yayıldı. Bunun esasları
Vaibh#sika'nın ansiklopedik eseri Abhidharmakoüa'da tasvir edilmiştir. Türklerin emri altında bulunan
yerlerde Budizm'in yayılmasına şüphesiz Türklerin egemen gruplarının bu dine
hoşgörü göstermesi ve Budizm'i Kuşan medeniyetinin bir unsuru olarak idrak
edişleri yardım etmişti. Budist rahiplerini ve vaizcilerini Türk kağanları
karargâhlarında lûtufkârlıkla kabul ederlerdi. 626'da Ton-yabğu kağanın
karargâhında Hint vaizcisi Prabhakaramitra bulunmuş24 ve 629'da Suyab kalesinde
bu kağan tarafından Hsüen-tsang kabul edilmiş ve bu kağan devrindeki kağanlığın
durumunu parlak bir şekilde ifade etmişti. Kağanın emriyle Hsüen-tsang'a himaye
tezkeresi ve kılavuz verilmiştir. Bu kılavuz Hsüen-tsang'ı Türklerin
mülkiyetindeki topraklardan Kapisa'ya kadar geçirmişti.
Orta
Asya'daki Kuşan (Tohar) medeniyeti Türkistan'da sonraları uzun zaman kullanılan
ekonomi tarzları meydana getirmişti. Kağanlığın batı bölgelerindeki ekonomi
genelde bu yönde gelişirdi: Bunun esasını tepe ve sırtlarda yerleşen, sanat ve
ticaret merkezi olan kaleler, etraflarında yerleşen tarımsal köyler ve boş
otlak yerlerde hayvancılığın gelişmesi teşkil ederdi. Bu gibi ekonomik
kuruluşlar kağanlığın yarı göçebe kabilelerinin arasında yerleşik nüfusun
sayısının artmasına yol açmıştı. Batı Türk Kağanlığı meydana geldikten bir
yüzyıl sonra Orta Asya'daki durum hakkında L. N. Gumilyev şunları yazıyor:
"VII. yüzyılın başında Orta Asya ekonomi ve kültür gelişmesinin
zirvesindeydi; ticaret, çiftçilik ve sanatlar âzami sür'atle gelişmişti; türlü
mezhepler barış içinde yanyana yaşıyordu."25
Bununla
beraber kaydetmek lâzım ki Türklerin yerleşik halklarla ilişkileri bu dönemde
tek taraflı bir süreç değildi; kağanlığın muhtelif halklarının kültürü ve dinlerine karşı Türklerin
hoşgörü göstermesi, buraların kültür ve ekonomik gelişmesine hizmet
ediyordu. Bir de kaynakların delaletine göre kağanlık bünyesindeki halklar
gündelik hayatlarında egemen grupların âdet ve görgülerini sıkça taklit
ediyorlardı.
Meselâ,
Hsüen-tsang notlarında çeşitli halklarla ilgili olarak bunların "âdet
ve törelerinin Türklerinki gibi" olduğunu kaydeder. VI. yüzyıldan başlayarak
Göktürkler Orta Asya medeniyetine katılmışlar ve bu medeniyetin
gelişmesine aktif olarak iştirak etmişlerdir. Orta Asya (ve ayrıca Kuşan)
Medeniyeti'ne katılan Türkler zamanına göre en yazı tarzını -runik alfabe
yazıyı- kabul etmişlerdir. Orhon yazıtlarının meydana gelmesi bir dereceye
kadar bu medeniyete katılmanın neticesidir. Orhon yazıtları müellif tarafından
vücuda getirilmiş eserlerdir ve bu bakımdan folklor eserlerinden büsbütün ayırt
edilirler. Bilindiği gibi en önemli metinlerin müellifi Köl-tegin'nin
(Köl-tigin) yeğeni Yollığ Tegin'dir. Kendi sözlerine göre: Bunça bit (i) g bit
(i) gmâ kül tig (i) n (a) tTsT yol (lT) g t[igin] bitid (i) m yig (i) rmi kün
ol (u) r (T) p bu t (a) şqa bu tamqa qop yol (lT) g tig (i) n bitid (i) m
[Bunca yazıları yazan [ben] Kül-teginin yegeni Yollığ-tegin yazdım. Yirmi gün
oturup bu taşa bu tamg hepsini (ben) Yollığ-tegin yazdım) (KT GD 1] .
Metinlerin
dikkatli tahlili göstermektedir ki bunların müellifi Yollığ-tegin eserlerinde
kendi zamanının yazı kültürünün üstün başarılarına dayanır; eserleri yüksek
düzenli, lâkonik ve son derecede malûmatlı olarak stilistik tarafından tasvir
edilen durumlara ve eserlerinde adı geçen şahısların durumlarına ölçüsüne uygun
şekilde teşkil edilmiştir.
1 A. von
Gabain, Einführung in die Zentralasienkunde, Darmstadt, 1979, s. 14.
2 The
Life of Hsuan-tsang. Compiled by Monk Hui-li. Translated from the Chinese by Li
Yung-hsi, Peking, 1959, pp. 190-192 ff.
3 A.
Dani, F. Khan, "Kushan civilisation in Pakistan", Central Asia in the
Kushan Period, Moscow, 1974, p. 95.
4 Ibid.,
p. 96.
5 Ibid.,
p. 97.
6 Bk.
Alberuni's India, tr. by E. C. Sachau, Lahore, 1962, vol. II, pp. 13-18.
7 li-Çin
uzunluk ölçüsü (~ 576 metre).
8 Bk. Ş.
Tekin, Uygurca Metinler II. Maytrisimit, Ankara, 1976, s. 20.
9 E.
Zurcher, The Buddhist Conquest of China, Leiden, 1959, p. 22.
10 Das
Zusammentreffen mit Maitreya. In Zusammenarbeit mit Helmut Eimer und Jens Peter
Laut Herausgegeben, Übersetzt und Kommentiert Von Geng Shimin und Hans Joachim
Klimkeit, Teil
I,
Wiesbaden, 1998, s. 214.
11 F. W.
K. Müller, "Uigurica IV", Sitzungsberichte der Preussischen Akademie
der Wissenschaften. Phil. -Hist. Klasse, 1931, XXIV, Berlin, 1931, S. 678.
12 Bk.
Das Zusammentreffen mit Maitreya, s. 4; T. Moriyasu, "The West Uighur
Kingdom and Tun-huang around the 10th-11th centuries", Berlin-Brandenburgische
Akademie der Wissenschaften. Berichte und Abhandlungen, Band 8, Berlin, 2000,
ss. 351-352.
13 G. J.
Pinault, "Sprachliche Kontakte in Zentralasien am Lichte von tocharischen
Texten", Bericht im Symposium Indien und Zentralasien-Sprach-und
Kulturkontakt, Göttingen, 2001, ss. 1-4.
14 Das
Zusammentreffen mit Maitreya, s. 4.
15 M.
Shhgaito, "On the Routes of the Loan Words of Indic Origin in the Old
Uigur Language", Journal of Asian and African Studies, No. 15, Tokyo,
1978, p. 80.
16 G.
Yamazaki, "The Legend of the Foundation of Khotan", Memoirs of the
Research Department of the Toyo Bunko, No. 48, Tokyo, 1990, pp. 70-71.
17 TMEN,
T. IV, s. 129.
18 Ibid.,
s. 126.
19 The
Life of Hsuan-tsang, s. 43.
20 Ibid.,
p. 191.
21 A. M.
Mandel'shtam, "Proiskhozhdenie i Ranniaia Istoriia Kushan v Svete
Arkheologicheskikh Dannykh", Tsentral'naia Aziia v kushanskuiu epokhu,
Moskva, 1974, s. 195 (in Russian).
22 V. Ia.
Zezenkova, "Nekotorye kraniologicheskie Materialy Kushanskogo Vremeni v
Srednei Azii", Tsentral'naia Aziia v Kushanskuiu Epokhu, Moskva, 1974, s.
232 (in Russian).
23 L. N.
Gumilev, Drevnie tiurki, Moskva, 1967, ss. 148-149 (in Russian).
24 E.
Chavannes, "Documents sur les Tou-kiue (Turks) Occidentaux", Sbornik
Trudov Orkhonskoi Ekspeditsii, vypusk VI, St. Petersburg, 1903, s. 192.
25
Gumilev, op. cit., s. 152
BK-Bilge
Kağan Yazıtı.
Hts-L.
Yu. Tugusheva, Uigurskaia versiia biografii Siuan'-tszana, Moskva, 1991 (in
Russian).
KT-Kül-tegin
Yazıtı.
Records-S.
Beal, Si-yu-ki. Buddhist Records of the Western World, C. I-II, London, 1884.
SH-W. E.
Soothill, L. Hodous, A Dictionary of Chinese Buddhist Terms, London, 1937.
TMEN-G. Doerfer, Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen, T. IV,
Wiesbaden,
Yorumlar
Yorum Gönder