YÜEÇİLER TOHARLAR

İndo-Germenlerin dördüncü grubu ise Toharlardır:
Toharca Schrader’e göre “
1) Hiç kuşkusuz İndogermen bir dildir.
2) Avrupa dil grubuna aittir (Ermeni ve Frigceyle beraber),
3) Avrupa dilleri içindeki yeri Kentum dillerininin ortasında bir tarzdır,
4) Kentum dillerinden en fazla İtalo-Kelt diline yakındır” (1929, II. Band: 582).
Schrader’in savunduğu İndo-İskit (güney Rusya/Avrupa İskitleri) tezine göre Toharlar işte bu İndo-İskit kavimlerindendir.
Çin kaynaklarındaki adları Otto Franke’nin (Beiträge aus chinesischen Quellen zur Kenntnis der Türkvölker und Skyten Zentralasiens, Abh. D. K. Preuβ. Ak. D. W., 1904), eserindeki tespitine göre Yüe-tschi’dir (Yüeçi).
Bu ad Get ismiyle benzerdir.
Böylece bu adın da İskit ifadesi gibi Orta Rusya’daki farklı göçmen halklara verilen ortak isim olduğu tahmin edilmektedir (agy).
Schrader’in tezine göre Toharlar ve Toharcanın durumu şudur:
 “Aryanlar Kafkaslar üzerinden ve Hazar Denizi üzerinden güneye ve güneydoğuya doğru göç ettiler. ‘Getlerin’ bir kısmı doğuya doğru Doğu-Türkistan’a muazzam taarruzlarını yaptılar. Daha sonra İndoİskit olarak anılacakları Baktriya’ya, Kuzey Hindistan’a vs. geri çekildiler. Dünya çapında olan halk göçlerine İndogermen halkları da böylece katılmış görülmektedir.
Ve eğer örneğin Macarlar kuzey Urallardan Macaristan’a ve Gotlar İskandinavya’dan Kırım’a göçettilerse, neden Toharlar Kuzey Karadeniz’den bir yerden DoğuTürkistan’a göç etmesinler? Elbetteki söylendiği gibi tüm bu tahminler sonraki araştırmalarla tastik veya reddedilecektir.
Her haldeyse Toharcanın Orta Asya’da keşfi İndogermenlerin tekrar Orta Asya kökeni eski tezlerini tekrar kabul etmek uygun değildir” (age: 582).

Yüeçilerin dili Toharca A ve B diye iki ana dala ayrılmaktadır.
Dilbilimciler Hintgermen dillerini de Avrupa ve Asya diye iki kola ayırır ve Asya kanadına Hintçe, Kuzey Arice ve İranca; üçüne birden de Arice derler.
Ari diller İndoGermenceden a, e, o seslerinin varyantlarıyla ayrılırlar (bkz. Feist, 1913: 427). E. Meillet’e göre de “Doğu Türkistan Hintgermen dil köklerinin belirleyicisi” (age: 419) bir bölgedir. Doğu Türkistan ölü İndogermen Asya kolu dillerinin içinde ilk kez E. Leumann tarafından keşfedilip isimlendirilen Toharca diline F.W.K. Müller Turfan kazılarından çıkan bir Türkçe fragman yazıda onlardan bahsedildiğinden bu ad vermiştir. Bu ad Strabon’da Kitap XI, s. 511’de “toýrï, tuýrï” diye geçer ve Çin yıllıklarında Tuho-lo olarak adlandırılır.
Toharca el yazması parçalar Kaşgar, Turfan, Kutşa, Duldur-Akur ve Tuen-Hwang’da yani Doğu Türkistan’ın kuzey ve doğu bölgelerinde ortaya çıkar, hiçbiri de tarihli değildir. Ancak M.Ö. I. bin yılına ait olabilirler.
Din ve tıp içerikli Hintçe eserlerin çevirisidirler ve keşişlerin şiveleriyle kaleme alınmışlardır. Dolayısıyla söylendiği üzere artık A ve B denilen iki Toharca ağız (diyalekt) ortaya çıkmıştır.
Bir alfabeyle yazılmasına rağmen ve Hint Brahman Alfabesi -özellikle kuzeybatı varyantıyla- ve İndogermen Sanskrit Hintçesi ile özdeş değildir.
Temel İndo-Germence ile de bazı palatal seslerde değişiklik arz eder; (dh: t) sesleri yoktur: a, e, o İndogermen temel seslileri (vokalleri) olsa, Ermenice ile benzerdi ancak Ermeniceden çok farklıdır. Böylece Toharca kuzey Ariceden de geç İran ağızlarından da farklı dil formları geliştirmiştir ki, bu da Yüeçilerin Orta Asya’daki farklı zaman ve karışık halklı olmasındandır (bkz. Age: 428-431). Tschirch, İndo-Germencenin bugüne dek güneybatı ve güney Asya’da ortaya çıktığının iddia edildiğini yazar ve ekler: “Vedlerin dini edebiyatı eski Hindistan’da M.Ö. 1000 yılına dek uzanır. Sanskritçenin şekillenmiş dil formu bir dil yapısının ve aktarım zenginliğinin netliği İndogermen kelime teşkili ve çekim tarzının kendine has kesin tasavvurunu mümkün kılar. Yeni Hintçe ki, buna Çingene dili de dâhildir, günümüze dek yaşar.
İranca’dan ise dinsel Avesta’daki aynı şekliyle özel bir benzerliği mevcuttur. Afganca (…) ve Beluçca da yeni Pers dilindendir ” der (1983: 20).
Klasik Hintçeden (Vedçe ve Sanskiritçe Edebiyat) sonraki Hint dili Orta Hintçe olarak tanımlanır. Orta Hintçeden ise bugünkü konuşulan ağızlar çıkar ve bunların konumuz açısından en önemlisi Toharca’dır, yani İndo-Germen Yüeçilerin dili. Ermenice ve Germence ile benzer ses kaymalarını geçirmiştir (Lautverschiebung) ve bugünkü yerli Dravida ve Tamillerin dilidir.

İndogermenler için en doğuda Toharlar (Yüeçiler) en batıda Keltlerden oluşur denebilir. Böylece İndogermen dilleri de Toharca-Keltçe olarak tanımlandığı gibi bu geniş halklar kitlesine Avrupa’da Hint-Avrupalılar da denir.
 İranlıların ve Toharların Türkistan’da gün ışığına çıkmasıyla 20. asır başlarında İndogermen ana vatanının tespiti konusundaki çalışmalar yeni ivmeler kazanmıştır (agy).
Euler ve Badenheuer, Hititçe, Luwi ve Palice gibi Doğu Türkistan’da (Bugünkü Çin Uygur Özerk Bölgesi) M.S. 12. asra dek konuşulan Toharca’nın da Kentum dillerine ait olduğunu belirtirler (2009: 37). Bu Çin tarihlerinin ilk kez bahsettiği Hiung-nu yani Büyük Hunların zamanında onlarla komşu düşman devlet ilişkilerinde olan Hintgermen asıllı Toharlar; yani Çin kaynaklarının adlandırmasıyla İndogermen Yüeçiler tezini de doğrulayan bir görüştür: “Asrımızın başlarında Anadolu içlerinde (Ankara’ya yakın) ve Doğu Türkistan sahrasında (merkezi Asya) şaşırtıcı ölçüde bugüne dek tanınmayan geniş işaretlere sahip iki İndogermen dili gün ışığına çıkarıldı: Türkiye’nin merkezinde Hititçe ki, metinlerin büyük bölümü M.Ö. 15.- 14. asırdan kalmadır ve sadece gramer özelliklerini tanımamıza, kelime hazinesini çözemememize rağmen önemlidir ve Turfan vahasındaki ve buranın kuzeydoğusundaki Toharca; Kendi içinde farklı iki vurgudan dolayı doğu ve batı diye ayrılan, M.S. VII. asra kadar konuşulmuş Toharca’dır” (Tschirch, 1983: 20).
 Doğu tezine karşı İndogermen ana vatanı Batı’dır (yani Orta veya Kuzey Avrupa) tezinin savına göre “Avrupa’da yerli İndogermen gurupları; Yunan, Trak, İllyr, İtalik, Kelt, Germen, Balto-Slav (Balto-Slavlar ayrıştırıldığında ve Venetleri de ekleyince dokuz ayrı halk grubu), bunun aksine Asya’da ise sadece üç grup bulunur; Hintaryanlılar, Hititler ve Toharlar (yani Yüeçiler). Buradan takriben şu zorunlu sonuçlama çıkıyor ki, bu üç kavim Avrupa’dan oraya gelmiştir” (age: 35).
Germence, Baltıkça ve Slavca’da aynı kökten gelen ve sadece Kuzey’de, Kuzey denizinde, Doğu denizi (Ostsee; Baltık denizi) ve Buz Denizi’ne dökülen ırmaklarda yaşayan som balığı kelimesi, Toharca B’de (Yüeçi dili, Kuča) de vardır ve böylece (bu kelimenin) eski İndo-Germence olduğu kabul edilir. Ancak Pokorny, Meillet’in Toharcayı bir yandan İtalo-Keltçe dillleri, diğer yandan Slavca ve Ermenice arasındaki bir ara yere koymasını, tezin fluluğu yüzünden fazla kabul görmez olarak değerlendirir (Pokorny 1919: 2).
1.2. İndo-Germen Yüeçilerin Orta Asya’daki İlişkileri ve Ana Vatanı Meselesi Charpentier’e dayanarak Pokorny’e göre Çin kaynaklarınn verdiği Toharlar hakkındaki en eski bilgi M.Ö. 130’da Sak göçebe ordularıyla beraber Grek-Baktriya devletine saldırmalarıdır:
“Bunlar M.Ö. 175’te Hoang-ho bölgesi büyük kuzey yayında Yüe-čï adlı mukimlerdir. Hiung-nu (Hunlar) tarafından sürülürler. Buradan büyük bir kısmı güneybatıya gider ve yaklaşık bugünkü Kuşa’da oturan Aryan Vu-sunları (=Asianiler, Osetlerin atalarını) yenerler. Ancak M.Ö. 160’da Hiung-nuların yardımıyla onlara yenilirler, Soğd’a ve Baktriya’ya çekilirler. Bundan sonra klasik kaynaklar susar. Strabo tarafından (XI 8, 2) Toharlarn müttefikleri olarak adlandırılan Trogus Asianileri, Çin kaynaklarına göre Vu-sun (eski haliyle O-suen) ve Alan olarak da geçen Osetlerle aynı görülürler” (age: 2). Osetlerin milat öncesi Kafkasya’da oldukları tezi gerçekten doğru mudur? Bu soruya Charpentier “çok kuşkuludur “ der ve “daha çok M.S. 87- 90 civarında bölgede daha büyük hareketlilik geliştirmiş olmalılar” tahminini yapar. Daha çok göçle bugünkü yerlerine gelieler. Transoksana veya Soğdiyanalı Osetler Alan halklarının bağımsız bir kolu olarak göçlerden sonra Hazar Denizi güneyine, İç Kafkasya’daki yol vermez yerleşimlerine geldiklerinde, öyle görünüyor ki, Alanlar Kırgız stepleri ve Volga üzerinden Kuban ve Terek çevresine gelirler. Bunlardan bir kısmı Hunlar, Gotlar ve Vandallarla birlikte Avrupa ve Kuzey Afrika’ya akın akın göçerler. Diğer bir kısmı da bu arada Dağıstan’da yerleşirler. St. Martin’e göre Alanların torunları Yeni Çağ’ın başlarına dek hâlâ bu bölgede yaşıyor görünür. Bu ulusun büyük bir kısmı Moğol hâkimiyetinden çekinip 1301’de Tuna üzerinden Bizans’a kaçar ve Paleologlardan Andronicus II’nin hizmetine girerler. Kafkasya’daki Alan ve Osetlerin, Bizanslılar bunları gerçi farklı addetseler de, kök-akraba ama farklı uluslar olduklarına dair ispatlar vardır: Gürcü komşuları ikisne de daima Alan-eti, Oset-eti diye ayırarak yazarlar. Arap yazar Mesudi de 943 de bu kavimleri Kafkasya kuzeyinde ve İç Kafkasya’da diye ayırır. Osetler de kendilerine Irôn der yani Aryan neslinden İranlı, ancak komşu kavimler bunlara aynı adla hitap eder As- veya Os(s). Alanlar M.Ö.’si Transoksanya’da oturdukları yerleri, Kırgız steplerini aşarak terk edip Avrupa’ya göç ederken Ossetler güney yolunu tutup Hürkanya (Hyrkanien) üzerinden İç Kafkasya’ya gelirler. M.Ö. 180’lerde Jakarta kuzeyinden gelen GrekBaktriya Devleti’ne ve Part Devleti’nin bir kısmına yığılan göçebelerin arasında Strabo’ya göre “Asioi”ler de vardır. Charpentier’e göre bunlar Deguignes’in belgelerine göre Çinli Vusunlarla aynıdır (Charpentier, 1917: 363). Toharların Kimbern olduğu tezini kabul edilebilir gören Pokorny, “Asya’da görülen Kimbernler, Kimmer ve İskit olmadığı gibi Keltlerden de değildir [...]. Bu konuya değinen eski kaynak yazarları için en eski zamanlardaki bu Kimbernleri ayrım yapmadan Kelt olarak göstermeleri Kelt ve Germenlerin farklı oldukları bilindikten sonra önemini yitirir ve artık Kimbernler Germen olarak tanımlanır, tıptkı Sezar, Tacitus ve Plinus’un yaptığı gibi” (1919: 4). Pokorny, Charpentier’in M.Ö. 8. asırdaki göçlerinde Kimmerler ile biraraya gelen Toharların, Kelt olduğu idiasını reddeder. Herdot’a göre Kimmernler önce Karadeniz’in kuzeyinde ve Kimmer boğazında otururlar. Ancak Saklar (Skütler) tarafından buradan sürülürler. Charpentier Kimmerleri de Kimbern sayan eski yazarlara katılır ve Kimbernleri de Germen değil Kelt sayar. Toharları buna göre Orta Asya’ya bu Kafkas yakınlarındaki kuzey Karadeniz bölgesinden Volga ve Hazar Denizi’ne doğru yayılan Kelt kökenli Kimmerlerden sayar. Ancak Pokorny Toharların Kelt olduğu iddiasını “tamamen başarısız bir tez” olarak reddeder. Zaman açısından Keltlerle bu tarihte göçe katılmalarının imkansız olduğunu düşünür. Asya’da tüm Aryan göçlerinin Sak (bölgesi) doğu ve güneyinde olduğunu da yazar (age: 2vd.). Buna göre “Toharlar Kelt ise 1200’den önce veya daha erkende, en azından 1000 yılından önce aynı ana vatanı terk etmeleri lazımdı. Bu kadar erken bir zaman şu ana dek hiçbir veriye dayanmamaktadır, en azından bu tez için dilsel kanıtlara de ihtiyacımız var” (age: 9). Pokorny, Toharcanın dil olarak Keltçeye, bazı benzerliklere rağmen Yunancaya, kelime hazinesi Avrupa Kentum dillerine benzese de aslında Kentum dillerine, Meillet’e göre de eski İndo-İran dillerine, yine birçok benzerliğe rağmen Ermeniceye benzemesine rağmen “en fazla Trak-Frig dialektine ait olduğu iddiasını öne sürmeye cesaret edebilirm” der (age: 10- 25). “Yukarıda saydığım noktalar ancak şöyle açıklanabilir ki, Toharca Ermeniceden neşet etmesinden ziyade başka bir Trak-Frig diyalektinden çıkmış olması kabul edilmektedir. Çünkü bu kadar geniş bir dil alanı elbette diyalekt farksız kalmayacağını tasavvur edebilmekteyiz” (age: 25). Bu durumda Trak-Frig Toharlar Orta Asya’ya nasıl geldiler? Sorusuna dillerindeki  “balık”, “Avrupa’da sadce ırmaklarda bulunan ve Karadeniz ile Akdeniz’de, Ural’ın doğusunda Asya’da olmayan somon” ve “ev” gibi kelimelerden yola çıkarak cevap arar: “Toharlar Orta ve Kuzey Avrupa’dan geldiler. Keltler somon kelimesini bilmezler. [...]. Somon (kelimesinin) sadece Germen ve Slavlarda ortaya çıkması Toharların köken olarak somon bulunan ırmaklar boyunca Slavların komşusu olarak oturduklarını gösterir. Buradan daha kuzeyde olmaları düşünülemez olduğundan ana vatanları Vistül ve Oder nehirlerinin üst havzaları, Karpatların kuzeybatısında aranmalıdır ki, buralar önce yanlışlıkla Trakların ana vatanı gösterilmiştir. Toharlar direk buradan Asya’ya göç etti demek az muhtemeldir. Öyleyse onların diğer Trak–Friglerle beraber daha önceki tarihsel ülkelerinde güneye doğru yayılmış bulunduklarını kabul etmeliyiz” (age: 28). Bu ifadelerle Toharların aslında Orta Asya-Ural kökenli Aryan bir halk olmadıklarını, doğrusu Batı’dan buraya geldiklerini savlar. Ancak Charpentier, “Toharların tarih sahnesine geç çıktıklarını onlar hakkında M.Ö. 2. asır öncesi kesin bilgiye sahip olmadıklarını” (1937: 348) yazar. “Bunun nedeni ya bu tarihten önce İç Asya’da değildir ya da erken Antik Çağ tarihçi ve coğrafyacılarca İç Asya halklarının münasebetleri hakkında bilgisizliklerinden kaynaklanıyor” (agy) der. Pokorny, Toharca (Dil) I’i İndo-Germence ancak İran dili olarak kabul etmez. Ona göre Toharca (Dil) II ise tipik İran dili özellikleri gösterir ve Toharca olarak görülmelidir (agy). Charpentier’e göre de “Toharca Batı İndo-Germen deyimleri (idiomları) gösterir. Hatta bazı yönlerden bunlar İtalo-Keltçeye benzer. Her ne kadar dil akrabalığı etnik akrabalığı illa da gerektirmese de tahminler bu dilin sahiplerinin yani Toharların Batı İndogermen halklarına ait olguğu savı Orta Asya ve Baktriya’daki mevcudiyetlerinden bir çıkarımda bulunmaktan daha yakındırlar” (age: 348). Toharların tarih sahnesine nispeten daha geç M.S. 2. asırlarda çıkmasını “acaba bundan eski zamanlarda henüz Asya’da bulunmadıkları mı yoksa eski Antik tarihçiler ve coğrafyacıların İç Asya halk ilişkilerini bilmemesinden mi kaynaklanıyor?” Belli değildir. Charpenier’in bildirdiği üzere Aristeas ve Heredotus’tan beri eski Yunan edebiyatında Pers İmparatorluğu tarihi bağlamında İç Asya’dan haber veren yazarlar Toharlar hakkında hiçbir şey bilmez, ancak Masagetler ve Saklar iyi tanınır (age: 348). B. Thime’ye göre İndo-İranlılarda da Yüeçiler gibi tarım ve domuz üretimi bilinir, bu da onların ortak Kuzey Avrupa kökenli oluşlarına delildir (age: 36vd.). Oysa Gabain, daha erken çağlarda Orta Asya’da bilinen halklar arasında Yüeçileri de sayar. Diğerleri: Hiung-nu, Sien-pi, Grek, Seleuklar, Greko-Baktriyalılar; Sakalar, İskitler, Partlar, Anlar, Vu-sunlar Juan-Juan (Avarlar), Tabgaçlar, Eftalitler, Soğdlular, Kang(kü)ler, Si- veya Batı-Hialar, Kırgızlar, Türkler, T’u-küeler, Toharlar; Tangutlar, Topalar, Hisialar, Kök- ve Batı Türkleri, Uygurlar, Tibetliler, Karluk, Tsiküler, Hindistan, Çinliler vs. (Gabain, 1979: 7). Haloun’a göre de Toharlar M.Ö. II. asırda Baktriya’da yaşar ve Toharca konuşan Ari “Ārsi” halklar M.S. I. geç bin sonlarında Çin Türkistanı’ndaki Karaşehir ve Turfan halklarının içinde gruplandırılır (1937: 243). Strabon’un (Coğrf. XI, 8, 2) Baktriya’da yaşayan Helenlerin buradan göçebelerce kovulduğunu yazan Pompejus Trogus da bunların İskit halklarından Baktriya’da yaşayan ve kendilerine sonradan reges Thocarorum denen Saraucae ve Asiani olduklarını düşünür (age: 244). Charpentier, Tohar krallarına Asiani dendiğini yazar. Yani Asiani ülkesinin mukimleri Asianlar. Ancak Trogus’un “reges Thorcarorum Asiani prol 2’de bahsettiği bu durum Tohar krallarının Baktriya (İndogermen) Alan kökenli olduklarına, yani tüm Toharların etnik kökenine işaret etmez” der. Bazı hanedanlar, belki birçok halkta geniş halk kitlesinin etnik-ırksal aidiyetinden farklıdır. Zaten bu kral adları bilgisi Çinli Sema Şen’in (Sȉ-ma-tsien) M.Ö. 160’tan hemen sonra Yüeçilerin Vusunlarca (Alanlarca) yenilmesi ve Jakarta’ya göçlerinin hemen öncesi verdiği bir bilgidir (age: 349, 357, 365). Fakat genel gerçek olarak Deguignes ve Lassen gibi araştırmacılar da Asianileri aslen yine İndogermen Vusunlardan sayarlar (age: 357). Toharlar Strabo XI. S. 511’de evrilen bilgiye göre Jakarta hinterlandının halklarından olup sonradan Baktriya ve Soğdiyana’yı ele geçirir ve böylece M.Ö. 130’dan beri tarih sahnesinde kaydedilirler (age: 370). Böylece Orta Asya’da İndogermen varlığı belgelenir. Ancak Toharca konuşan ve Ari kabul edilen Yüeçilerin kurduğu Kuşan Devleti ve Kuşanlar’a bazı kaynaklarda Moğol ya da Türk de denmiştir: “Kuşanlar, Moğollardan çok Türklere benzer bir fizikî yapıya sahip bulunuyorlardı. Bazı kaynaklarda bu imparatorluğa Hindistan‘da kurulmuş ilk Türk imparatorluğu denir” (Türk Ansiklopedisi, 1971: 260). Konukçu, Kuşanlar ve Akhunlarla (Heftalitler, Eftalitler; Hun-Avar karışımı bir Türk kavmi) ilgili doktora çalışmasında Yüeçilerin kurduğu Kuşan İmparatorluğu’nun “hangi etnik zümreye ait oldukları meselesi”nin henüz tam çözülemediğinden bahisle Latin, Grek, Çin ve Hind orijinal kaynaklarının verdiği bilgilerle “dil, giyiniş, fiziki tasvirler, kralların kullandığı unvanlar, Kuşanların Türk, Moğol, Saka-İran menşeli oldukları hakkında üç faraziyenin” (Konukçu, 1973: 1) doğduğunu, hatta ilk Kuşan hükümdarının Kujula Kadphises’in ilk adının; “Türkçe bir kelime” olduğunu (age: 19), Uygur döneminde de Türkler arasında Kuşan kelimesinin yaşadığını (age: 11) ve “Türkçe ‘küçlü’, ‘külçür’, ‘küçlük’ şekilleriyle göze çarpmakta” (age: 1) olduğunu belirtir. Konukçu’ya göre “Kuşanların milliyeti meselesi yine yeter malzemenin olmamasından kat’iyet arzetmekten uzaktır. […] Şu var ki, Kuşanlar Yü-eçi’lerden inmeleri dolayısıyla Asyalı bir kavimdir. […] İlerdeki araştırmalarda Yüeçi’lerin milliyeti meselesi halledilirse, Kuşanların etnik menşeleri de kendinden halledilmiş olur” (age: 3). Kuşanların krallar seceresi gibi hâkimiyet devreleri de kaynaklara göre asırlık sapmalar içerir. İlk kral tahta M.S. 25’de mi 65’te mi oturmuştur? Belli değildir. Bunun gibi yıkılış tarihi de M.S. 400’ler veya 600’ler gibi farklı verilebilmektedir. M.Ö. 177/6’da Kuşanların yıkımından sonra “tarih sahnesinden çekildiği ve yerlerini Akhunların aldığı”na bakılırsa (age: 36) Yüeçilerin içlerinde Turani Akhunların bağımlı halk olduğu ve bayrağı devraldığı görülür ki, bu tipik bir bozkır halkları geleneğidir. Akhunlar da Türk mü İndogermen mi? Önceleri çok tartışılmıştır; Nitekim Veyşu, Çin hanedan tarih kayıtlarında “Akhunlar, Büyük Yüeçi ırkındandır” denmektedir (age: 48). Yine Drouin de Çin kaynaklarına dayanarak ‘Akhunlar büyük Yüeçi asıllı idi’ (age: 53) der. Ancak A. Stein 1905 yılındaki “White Huns and Kindred Tribes in the History India Northwest Frontier, I. A, XXXIV 73-87” makalesiyle Akhunların Türk oldukları ve M.S. IV. yy’da Hunlar Avrupa’yı fethederken onların Kuzey Hindistan’a girdiklerini 6 maddeyle artık ispatlamıştır (bkz. Age: 54vd.). Bunlara Ak Hun denmesinin nedeni M.S. VI. asır Prokopiuos ve diğer Bizans, Hint, Arap ve Çin kaynaklarında tenlerinin diğer Hunlardan (Hiungnu -Asya- ve Avrupa-Attila Hunlarından) daha açık, beyaz oluşundandır ki (age: 42), bu da bu Turani halkın Ari Yüeçilerle karışma ihtimallerini kesin güçlendirir. Kuşan (Yüeçi) kral adlarının (1. Kral Kujula Kadphises, 2. Kujula Kara Kadphises vb.) Türkçe karışımlı olmasından da Kuşanların içinde belkide asil tabakasında Türklerin bulunmaları büyük ihtimaldir. Akhunların hemen Kuşanların yıkılması akabinde onların yerini doldurmaları ve dillerinde Toharca unsurlar bulunması bu dil ve etnisite karışımını destekler: “Mc Govern pek erken olmakla beraber Akhunların Toharca A’yı konuştuklarını iddia etmektedir. A. J. Windekens daha da ileri giderek Toharca’nın Akhun lisanından başka bir şey olmadığını kabul etmişti” (age: 65). Sonuçta Akhunlar mı Arileşmiş, Ariler mi Turanlılaşmıştır? Belli ve kesin değildir. Her ikisi de mümkündür. Ancak bugün Yüeçiler’in artık özde bir İndogermen kavmi, Akhunların da özde Turan kavmi olduğu ağırlık kazanmıştır. Dolayısıyla Kuşan İmparatorluğu (M.S. I.-IV. asırlar) Yüeçi halkının önderliğinde olmakla birlikte Türk halkları ve kültürü ile kaynaşmış olduğu da bu karmaşık ad ve köken kaynaklarıyla kesinleşir. Nitekim Arap kaynaklarında Toharca “asil” anlamına gelen Türkçe kökenli “küçlü; küçlü” (güçlü) anlamındaki bu “Kuşan” devlet adından “Türk aristokrasisine mensup kimseler gibi Kuşanlar (da) anılmıştır” (age: 12). Türk konferedasyonu; bozkır imparatorluklarından da bildiğimiz üzere lider halkın ismini alan yeni devletin vasalları da o adla anılır. Nitekim Kuşanların ve Akhunların imparatorluk sınırları da oldukça geniş olduğundan –“batıda Part, kuzeyde Soğdiya, güneyde İndus kıyıları” (age: 19)- bu ad ve köken karıştırılması kaçınılmazdır. Ancak zaten Edlinger’e göre Kök-Türkçe ve Kök-Aryanca (İndo-Germence) akraba dillerdir ve Altay dilleri anlaşılamadan etki etttikleri İndogermen dilleri de anlaşılamazlar, çünkü bunların tarih öncesi en azından komşu diller olabilecekleri ve İndogermen dilleri içinde sayısız Kök-Türkçe kelime ve yapının var olduğu tezi güçlüdür (bkz. Edlinger, 1929: 1-9, Keleş 2009). Feist, Orta Asya’da uzun araştırmalar yapan “Zeitschrift der Morgenländischen Gesellschaft, Bd 61, 62, 1912” dergisinde „Doğu Türkistan Yerli Dilleri Hakkında“ makaleler ve „Kuzey İran Dilleri ve Edebiyatı“ (1912) adlı kitabı yazan E. Leumann ile Sten Konow, H. Lüders’in ve A. Meillet’in “Berliner Akademie Bd. 48/49, 1912”de yayınlanan makalelerine atıflarda bulunarak „Kuzey Aricenin Saka diliyle aynı olduğunu” ileri sürer. Buna karşın Meillet onu bir İran ağzı sayar (bkz. Feist, 1913: 420 dipnotlar). Ancak Saka; İskit demek olup bir Turani dildir ve İskitler en son yayıldıkları “Doğu Avrupa’da egemenliklerine aldıkları yerleşik halkların arasında eriyip gitmiştir” (Bozkurt 2002: 7). Tüm bu değişik birbirini tutmayan tez ve değerlendirmeler, Orta Asya’da halkların birbirlerine tabi ve karışık etnisite, dil ve kültür karmaşasını da aslında ortaya koyar. Ancak ana vatan bölgesi konusu İndogermen Yüeçiler için henüz net değildir.
KAYNAK İNDO-GERMENLERİN VE GERMENLERİN KÖKENİ, DİLİ VE ANAYURDU TEZLERİ Nejdet KELEŞ*


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÜE-Çİ'LER - BAHAEDDİN ÖGEL

toharca türkçe